Varoluşsal Bütünlüğe Yabancılaşıyoruz

Seküler dünya eski’ye ait olanı, İslam dünyası da yeni’ye ait olanı reddederek varoluşsal bütünlüğe yabancılaştılar.

Avrupa aydınlanması ile birlikte, ahlaki/insani dünyalar, ahlaki insani toplumlar sona erdi. Aydınlanmacı tarih/kültür, ırkçı basitleştirmelerle doludur. Bu tarih ve kültürün hem insani, ham de düşünsel sorunları vardır. Bu tarih ve kültür sömürgeci egemenlikler kurmak için, sürekli yeni gerekçeler, gerekçelendirmeler icat ediyor. Sözünü ettiğimiz tarihin Batıdışı toplumlarla ilişkisi sömürgeleştirme ilişkisinden ibarettir. Modern/seküler/ırkçı dünya görüşü Batıdışı halkların, dünya görüşlerini, hayat tarzlarını, kültürlerini biçimlendirme konusunda, kendisinin sorumlu olduğunu düşünüyor. Seküler dünya görüşü, ırkçı dünya görüşü, insani dünyaların büyük tarihini istikrarsızlaştırmış, altüst etmiştir. Anlam/değer sistemlerinin sürekliliği kesintiye uğratılmıştır.

Modern/seküler/ırkçı dünya görüşü Batıdışı kültür/toplum/medeniyet yaklaşımlarını/iddialarını marjinalleştirerek, ötekileştirerek, bu yaklaşımların meşruiyetlerini reddetti. Seküler dünya eski’ye ait olanı, İslam dünyası da yeni’ye ait olanı reddederek varoluşsal bütünlüğe yabancılaştılar. Düşünsel ufuklarımızı, niteliklerimizi sürekli olarak zenginleştiremediğimiz, geliştiremediğimiz için, ırkçı meydan okumalar karşısında bir meşruiyet mücadelesi veremedik. Seküler ideolojiler dünyayı ahlaki kontrol sistemlerinden bağımsızlaştırdılar. Her ırkçılık kendisinin kusursuz olduğuna inandığı için, kendi çıkarı adına her türlü şiddeti ve zulmü gerekçelendirebiliyor. Her ırkçılık insani ayrımlar üretir, bugün de üretiyor. Bugün, Müslümanlar olarak acilen çözümlenmesi gereken somut sorunlarımız var. Sorunlarımızı bütün boyutlarıyla ve içtenlikle tartışmaya açmadığımız takdirde onları çözemeyiz. Küresele çapta, seküler ilkeler temelinde bir dünya kültürü oluşturulurken, Müslümanlar yerel ilkeler, yerel ufuklar, mezhepçi bağnazlıklar ve dar ilkeler temelinde umutsuz bir kültüre kapanıyor. Her şeyden önce karşı karşıya bulunduğumuz bunalımın nedenlerini anlamamız gerekir. İnsan aklı yanılgılara açıktır. Bu nedenledir ki, ilahi vahiy, akla rehberlik eder. İlahi vahiyin temel ilkeleri, karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel sorunlarla ilgili olarak birlikte akıl yürütmemizi ister. Gerek bireysel anlamda, gerekse toplumsal anlamda, her tür tekbencilik, her şeyi kendilerinden ibaret sayar. Her tekbencilik önce kendi kendisini sınırlandırır, kendi kendisine zarar verir. Olguları ve olayları, zihinlerimizi sömürgeleştirenlerin izin verdiği ölçüde, izin verdiği doğrultuda izleyebiliyor, yorumluyoruz. Ortak akıl yürütmediğimiz için, tekbencilikler yönünde tercihler yaptığımız için, yeni parçalanmalar yaşıyoruz. Siyasal/resmi yapılar karşısında düşünsel bağımsızlığa sahip olmadığımız için, bilinçli çarpıtmalara maruz kalabiliyoruz. Suriye’de Baas Rejimine karşı mücadele eden, Suriye muhalefetinin, Amerika tarafından örgütlendiği, silahlandırıldığı çok açık ve net olduğu halde, Suriye’de savaşın sürdürülmesinin Amerika ve İsrail çıkarına olduğu için durdurulmadığı bilindiği halde, Suriye konusunda Türkiye’nin emperyal/küresel çıkarlara alet edildiği, İran’ın ise bu çıkarlara alet edilmeyi reddettiği bilindiği halde, bugün maruz kaldığımız algı savaşları sebebiyle, emperyal oyunların/yorumların/değerlendirmelerin yanında yer alıyor, bu oyunlara karşı dikkatli olunması gerektiğini söyleyenleri çok ucuz bir biçimde Baasçılıkla suçlayabiliyoruz. Şehirli/medeni bir kültür ikliminde yaşıyor olsaydık, birbirimize karşı bu kadar insafsız ve acımasız olmayacak, birbirimizle konuşma yolunu, birbirimizi ikna etme yolunu seçecektik. Tercihlerimiz/seçimlerimizi çok kaba, çok hoyrat taşralılıklarla ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu taşralılıklar zihinsel gücümüzün, zihinsel ve ahlaki niteliklerimizin çok yetersiz olduğuna işaret eder. İlgilendiğimiz konulara gereği gibi hakim olsaydık, bağırıp çağırma ihtiyacı duymayacaktık. Tartışma konularını nasıl ele alacağımızı bile bilmiyoruz. Sorunları birbirine karıştırıyoruz. İran’ın mezhepçi yaklaşımlarını tartışmak anlaşılabilir bir konudur. Ancak, İran’ı emperyal bir projeye ortak olmadığı için suçlamak, anlaşılabilir bir konu değildir.

Tarihin son iki yüzyılını belirleyen ideolojinin liberal ideoloji olduğunu biliyoruz. Seküler/liberal/ırkçı dünya görüşü ile İslami dünya görüşü arasındaki ontolojik bir farklılık ve karşıtlık olduğu çok açıktır. Bu dünya görüşü, her türlü ahlaki kontrolü/hassasiyeti ve kaygıyı reddettiği için, modern zamanların bütün faşist ideolojileri ırkçılıkları sıradan bir olay haline getirilmiştir. Bugün’de, nihai anlamda organize terörü ve soykırımı temsil eden ölüm makinesi İsrail’i anlayışla karşılayan sözünü ettiğimiz dünya görüşüdür. Aklımızı ve kalbimizi, hakim ideolojilerin baskılarından özgürleştirmek üzere değiştirmemiz, Müslümanlar olarak kendi kavram/kurum ve diğer yapılarımızı oluşturma iradesine sahip olmamız gerekir.

Günümüz dünyasında/toplumlarında, Türkiye’de de, siyasal tercihler maddi/ekonomik beklentilerin/çıkarların baskısı altında belirleniyor, gerçekleşiyor. Maddi/ekonomik beklenti ve çıkarların sınırları dışına çıkamayan bir politik dile mahkûm olmuş bulunuyoruz. Bu mahkûmiyet sebebiyle politik kadrolar, kültürel sorunları, değişim/dönüşümleri, altüst oluşları, yozlaşma ve çürümeyi gündeme alamazlar, kültürel sömürge durumunda yaşamak bir sorun olarak değerlendirilmez. İçerisinde bulunduğumuz politik sistem, popülizm ihtiyacı yüzünden, bütün bir toplumu kültürel/entelektüel, ahlaki sorunlara ciddi bir biçimde yabancılaştırıyor. Bu nedenledir ki, kültürel kaygıların, hassasiyetlerin, beklentilerin yanında değil, maddi-ekonomik çıkar ve istikrarın yanında yer alıyoruz. Duruşlarımızı ve karşı çıkışlarımızı belirleyen, kişiliğimizi belirleyen şey, ne yazık ki, kültürel/zihinsel/ahlaki kaygılar değil.

İktibas, Ocak 2015, sayı 433

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *