Paralel Din Tehlikesi Püskürtülmüş!

Paralel Din Tehlikesi Püskürtülmüş!

Aslında şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz: Bu toplumun sekülerleştirilmesi, İslam’ın protestanlaştırılması ve hormonlu Müslümanlıkların icadı bütün hızıyla ve fakat FETÖ’SÜZ olarak işlemektedir.

Mehmed Durmuş

Ah Yusuf Kaplan! Senin bu tatlı hayallerini acıtmak, kurgularını boşa çıkartmak istemezdim. Keşke dediklerin hakikat olsaydı, Allah biliyor ki sevinirdim.

Yusuf Kaplan, ‘paralel din’le bir alakası olmayan(!) Yeni Şafak gazetesindeki (10 Temmuz 2020 tarihli) yazısında 15 Temmuz’da Paralel Din tehlikesinin püskürtüldüğüne dair güzellemeler yaptı. Kaplan, 28 Şubat darbesinin, İslâmî kesimlerin İslâmî duyarlıklarını yitirmelerine yol açtığını, “sekülerize olmuş, hayattan kopartılmış, sadece bireysel bir inanç meselesine indirgenen bir İslâm anlayışının tohumlarını ektiğini” bu yolla toplumda “hormonlu müslümanlar” icat edildiğini ileri sürdü. 15 Temmuz’da bu toplum, üstelik de laik bir devlette, İslâmî duyarlıkları olan bir anlayışın iktidar olması sebebiyle İslâm’ın tarihinde çok önemli bir yıkım hareketine “dur!” diyerek çok büyük bir felâketi önlemiş olmuş! Eğer 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi başarıya ulaşsaymış, İslâm’ı Protestanlaştıran paralel bir dinin merkez üssü Türkiye olacakmış!

Hem Türkiye’de FETÖ’nün zuhuru ve küre ölçeğinde örgütlenmesi hem de postmodern küresel kültürün küre ölçeğinde hızla yaygınlaşması, İslâm’ın protestanlaştırılması girişimi için son derece uygun zeminler oluşturuyordu. İşte bu toplumun Türkiye’de 15 Temmuz darbe ve işgal girişimini püskürtmekle bu paralel din projesine nasıl büyük bir darbe vurduğu ileride daha iyi anlaşılacakmış!

Kaplan 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ’nün, İslâm’ı Protestanlaştırma projesini bütün küre ölçeğine yaymaya çalıştığını belirtiyor ve bunu “paralel bir din icat etme görevi” olarak adlandırıyor.

Yusuf Kaplan! 15 Temmuz’da toplumun paralel bir devlet yapılanmasına izin vermediği doğrudur; toplum, bizzat iktidarın etkili-yetkili isimlerince dile getirildiği üzere laik-demokrat devletine şirk koşturmamıştır. Peki aynı hükmü ‘paralel din’ meselesine de teşmil edebilir misiniz? Bu bahisler açılınca sorduğum soruları -bininci kere de olsa- yine sormaya devam edeceğim. İlk sorum şu olacak: ‘Paralel din’le ne anlıyoruz? Ben anladığımı söyleyeyim: Din İslam’dır, paralel olanı ise İslam’ın dışında, İslam’a muhalif, İslam’ın önünü-ardını kesmek için, İslam’dan sanılması maksadıyla İslam’a benzetilerek icat ve ihdas edilen ‘din’ler, yaşam biçimleridir.

İslam’ın bir tarihi olduğu gibi, paralel dinin de tarihi vardır. Paralel dinin en yakın (bildiğimiz) tarihi mescid-i dırar örneğidir.

Türkiye’de daha Fetö imamı doğmamışken laik bir rejime geçilmesi, ‘paralel din’ projesinin ete kemiğe büründürülmesi anlamına geliyordu; İslam alenen reddedilmeyecek ama İslam’a benzer bir İslam (paralel din) oluşturulacak ve zaman içerisinde bu paralel din paçavrası İslam’ın yerini alacaktı. Paralel dine katkısı olan bütün kişi ve kurumlar bir şekilde desteklendi, teşvik edildi. 1960’larda Komünizmle mücadele dernekleri kuruldu. Fetö denilen adamın boynuna, onu sevk ve idare etmeye yarayan yular o zamanlarda geçirilmişti.

Paralel dini Fetö denilen yapı tek başına kotarmadı. Birçok başka cemaat-tarikat veya kişi ve bilhassa resmi eğitim kurumları, bu arada Diyanet teşkilatı bu alanda katkı sağladı. Hatta en büyük katkı resmî kurumlardan geldi. Paralel dine katkı yapmanın özü ve özeti şuydu: İslam, tamam iyidir, ıslahtır, son dindir, en mükemmel dindir (tıpkı mescid-i dırar ashabının dedikleri gibi) fakat İslam hayattan emekliye sevk edilmiştir, o artık siyasetten tamamen ayrıştırılmış, Hristiyanlık misali, kendi mabedine çekilmesi uygun görülmüştür. Bundan sonra mistik kurtuluş hikayeleriyle müminlerini mabedde tutmalı, yani bir anlamda onları zehirlemeli, ‘paralel’ yapmalıdır. İslam ahlakla, hiçbir küfür-şirk-nifak-hıyanet projesine ilişmeyen bir ibadet anlayışıyla ilgilenmeli, ilk geldiğinde icra ettiği misyonunu artık laik-demokratik dünya sistemine terk etmelidir!

Fetö adı verilen örgüt, formatlandığı bu projedeki görevini bihakkın yerine getirdi fakat paralel dinin kâşifini sadece Fetöden ibaret saymak entelektüel/bilimsel/ilmî ve siyasi bir körlüktür. Daha da kötüsü, bazı gerçekleri ısrarla ve bile bile karartmak, insanları cambaza baktırmaktır.

Bir soru daha soralım: Fetö bilhassa 90’lı ve 2000’li yıllarda harıl harıl paralel din faaliyetleri yürütürken, Yusuf kaplan ve benzerlerinin Fetö potasına koymaya kıyamadıkları kişi ve gruplar ne işle meşguldüler? Mesela Fetö dinler arası diyalog adındaki gerçek fitne ve hıyanet toplantılarını yurt içine ve yurt dışına yaydıkça yayarken, 15 Temmuz’du paralel din tehlikesini püskürtmüş olan cengaverler ne yapıyorlardı? Mesela ‘dinler arası diyalog’ diye bir mefhumun paralel bir din oluşturma amacına yönelik bir fitne hareketi olduğunu söyleyen bir ‘paralel din karşıtı’ olmuş muydu? (Bu tehlikeye, Fetö darbesini püskürtmüş olanlar tarafından hala ‘merdiven altı’ tabiriyle tahkir edilen bazı kişi ve gruplar dikkat çektiler).

Fetö’nün Abant platformu adıyla örgütlediği ve İncil İslam’ına ayar veren konsillerden hiçbir farkı olmayan Abant konsilleri bütünüyle paralel bir din ihdası çabası mıydı, değil miydi? Abant konsillerine katılan ve hatta konsillerin icrasında önemli görevler üstlenen, şimdilerde fanatik bir Fetö düşmanı kesilen kişiler aynı zamanda kuruluşundan itibaren mevcut iktidar partisinde görev almış kimseler değil miydi?

Allah benim ömrümden alsın, senin ömrüne katsın diyerek, küresel şebekenin emrinde muvazzaf Fetö imamına yaltaklanan, şimdilerde ise Yusuf Kaplanla aynı gazetede yazan, Müslümanların İslam devleti emellerini alay konusu yapan, Müslümanlara, devlet istiyorsanız, işte önünüzde laik-demokratik bir devlet bulunmaktadır, o sizin İslam devletinizdir mealinde vaazlar veren akademisyenler paralel dinin ne yanına düşerler?

15 Temmuz’dan bugüne gelinceye kadar, ‘devlet ve vatan haini darbeciler’ sövgüsü dışında, Fetö’nün dinler arası diyalog, hoşgörü, çoğulculuk, Müslüman-Hristiyan ilişkileri, yani ehli kitaba ve bütün diğer inançsız gruplara sonsuz-sınırsız bir hoşgörü ve tabasbus çağrısı; Türkçe olimpiyatlarında, ‘kutlu doğum’ adıyla uydurdukları kutlama programlarında Rasulullahı magazinleştirecek kadar icra ettikleri yığınlarca hurafe, şarlatanlık, hezeyan ve sapık fikirlerin yayılmasına dişe dokunur bir tepki gelmiş midir?

Fetö diye tescillenen yapı salt ‘vatan haini’ etiketiyle aforoz edilirken, gerek siyasal gerekse dini/kültürel alanlarda Fetö ile aynı kanaatleri paylaşan, benimseyen ve yayan (Fetö ile aynı ‘din’e mensup) kişi ve -resmî veya özel- kurumlar eş oranda tazim edilmekte, devlet pastasından tahsis edilen payları daha da artırılmaktadır. Henüz Fetö’nün en azından ilk baştaki besin kaynağı olan Said Nursi ve Nurculuğa karşı bile bir mesafe konmamış, herhangi bir eleştiri yöneltilmemiştir.

Yusuf kaplan ısrarla İslam’ın protestanlaştırılmasından ve hormonlu bir Müslümanlık oluşturulmasından dem vurmaktadır. Biz de aynı şeyi söylüyoruz ama bu büyük nifak hareketinin faturasını sadece Fetö’ye kesmek, iddialar sahibi bir entelektüel kişiliğe asla yakışmamaktadır. Aslında şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz: Bu toplumun sekülerleştirilmesi, İslam’ın protestanlaştırılması ve hormonlu Müslümanlıkların icadı bütün hızıyla ve fakat FETÖ’SÜZ olarak işlemektedir. Esasında 15 Temmuz darbesine verilen tepki bir anlamda toplumu laikleştirme, İslam’ı protestanlaştırma ve hormonlu Müslümanlıklar üretme görevini bu devlet tek başına, Fetö’süz de yapabilir cevabı olarak okunmaya müsaittir. Bu devlet nasıl ki bu topluma komünizm gelecekse, onu da başkalarına bırakmamayı şiar edinmiştiyse, paralel din ihdasını da devlet kimseye bırakmak istememektedir.

28 Şubat sürecinde göz yaşlarına, hüzünlere vesile olan -mesela başörtüsüne yönelik- müdahaleler şimdilerde -aynı kesimlerce- havaî fişekler altında raks ederek kabule dönüştürülmekte, değişim-dönüşüm-başkalaşım, istenilenin fersah fersah ilerisinde, büyük bir arzu ile, gönüllü olarak gerçekleştirilmektedir. Fetö haricinde, 15 Temmuz’da paralel bir din tehlikesini püskürtmüş sayılan kesimlerden laikleşmeye, muhafazakarlaşmaya, protestanlaşmaya, hormonlu Müslümanlık üretim faaliyetlerine dur diyen bir çaba var mıdır? Aileyi dinamitleyen Avrupa Konseyi sözleşmesini ‘İstanbul Sözleşmesi’ başlığıyla bu topluma yutturan da acaba Fetö müydü, gerçekten sorulmaya değer.

Sonuç olarak, sırf imanımızın ve vicdanımızın sesiyle hareket ederek, kimden gelirse gelsin batılın karşısında; kimden gelirse gelsin hakkın yanında olmamız gerekir. Paralel dini tek başına Fetö oluşturmadı. Fetö, paralel dinin hizmetkarlarından biridir ama basiretini yitirmemiş herkesin rahatlıkla göreceği üzere, şu anda Fetö kodeste olduğu halde paralel din İslam’ı gölgelemeye bütün çirkefliğiyle devam etmektedir.

(Venhar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *