İtaât

İtaât

Bütün kavramlar gibi itaât da hayat hakkındaki esas düşüncenin bir parçası olarak hakiki hüviyetini kazanmaktadır. Her bütün, kendine ait parçalara bütünlüğü ile uzlaşan, bütünlüğüne uygun düşen anlamlar kazandırır ve yerini belirler.

Ercümend Özkan

Kelime arabça ‘Tav’ kökünden türemiştir. Günlük yaşantımızda çokça kullandığımız, hemen bütün hayatımızla yakından alakalı bir kavram olmasına rağmen diğer birçok konuda da olduğu gibi açık seçik bir anlam kazandırılmış bulunmadığından kafalarımızda karışıklıklar hâsıl etmekte ve davranışlarımızın da bulanıklıklarına sebeb olmaktadır. 

Biliyoruz ki ‘İtaât’; boyun eğme, uyma, alınan emre göre hareket etme, başkasının üstünlüğünü, hükmünü (kararını), büyüklüğünü kabul etme, sözünü dinleme, duyma, isteyerek yapma, güç yetirme, güç yetirebilme, yolunda gitme anlamlarına gelecek şekilde Kur’an âyetlerinde 129 defa kullanılmıştır. Aynı kökten türeyen çeşitli türevleri yukarıdaki anlamlara gelen şekilleriyle geçmektedir Kur’an’da. Bu âyetlere bakıldığında rahatlıkla itaât’in anlamı ortaya çıkmakta, kimlere hangi şartlarda itaât edileceği, kimlere itaât edilmeyeceği, itaât veya itaâtsizliğin neden ve nerelerde gerektiği, hattâ hayati önem kazandığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kur’an’da itaât edilen kimse ve nesneler sayılırken birçok detaylı bilgi edinmek de mümkün olmaktadır. İtaât etme ya da etmeme gereğinin hayatın hemen her diliminde yeri bulunduğunu görmek ve itaâtin hayatımız içindeki yerini bulmak her an söz konusudur.

Hemen bütün kavramlar gibi itaât da hayat hakkındaki esas düşüncenin bir parçası olarak hakiki hüviyetini kazanmaktadır. Her bütün, kendine ait parçalara bütünlüğü ile uzlaşan, bütünlüğüne uygun düşen anlamlar kazandırır ve yerini belirler ki bütün olarak kendi içinde bir çelişki kurmuş olmasın. Bu itibarla örneğin İslâm bütünü de kendi müesseselerini kurarken, mes’elelerini çözerken ortaya koyduğu esas ve füruu ile bir bütünlük arzetmekte, bütün esas ve fürua, esas ve füru da bütüne ters düşmemektedir.

Yine meselâ laik-kapitalist-demokratik dünya görüşü de kendi içinde çelişkili olmaktan uzak bulunmaya özen göstermektedir. Batılı dünya görüşüne göre esasta Yaratıcı var olsun ya da olmasın, dar bir alana mahkum edilmiş ve hayattan uzaklaştırılmıştır. O takdirde, hayat insanlarındır. Kendisi ile alakası en dar alana indirilmiş bir Yaratıcı, yarattığı bu insanların hayatına karışamamaktadır. Sağlıklı bir düşüncenin ürünü olmadığı, bir tepkiden kaynaklanan tavırlarıyla insanlar batıda Yaratıcıyı hayatlarından çıkarmışlar, O’nu kendi işlerine karıştırmamaya karar vermişlerdir. Bu esas (laik) düşünceden hareketle, buna dayalı olarak kurdukları diğer bütün düşünceler, problemlerin çözümlerine bakışlar, ortaya konulan müesseseler hep bu temel düşünceye yani Yaratıcı’nın hayatın dışında kalması düşüncesine dayalı olacaktır. Böyle olunca da, örneğin Allah rızası için bir iş yapma, insanları Allah için görüp kollama, O’nun rızasının hayatın her sahasında yeri bulunduğunu düşünme gibi şeylere yer bulunmayacaktır bu düşünce tarzında. Hayat madem ki değer ifade eden ve gerçek olan kadarıyla yalnız bu dünyadakidir ve yalnız bunun bir anlamı vardır; bu takdirde ister istemez insanları bütün tavırlarında menfaat-fayda saikiyle hareket ediyor göreceksiniz demektir. Zira batılı düşünceye göre, hayat yaşanmak için vardır; yaşamak ise vücuda haz sağlamak, içgüdüleri tatmin etmek, uzvî ihtiyaçları doyurmak ve bunda en ileri (maddî anlamda) düzeye ulaşmak demektir. Hayat tümüyle, yalnızca bunu gerçekleştirmek için yaşanmaya değer batılı düşünceye göre. 

İtaât kavramı da batılı düşünce içindeki yerini ancak bu ölçüler içinde bulabilecek, insan, menfaatinin bulunduğu yerde itaâtli olacak, baş eğecek, emre uyacak, söz dinleyecek, kendisine bu tür hayatı sağlayan gücün üstünlüğünü kabul edecek ve hükmüne uyacak demektir. Bu güç değiştikçe itaât edilen de değişecek, itaât edilenin ölçüleri tam tersine dönse de eğer buna uymak (itaât etmek) menfaat gereği sonuçlar doğuruyorsa yine itaât edilecek demektir. Velhâsıl itaâte keyfiyet kazandıran şey, onu yönlendirip sonuca ulaştıran saik yalnızca menfaat olacaktır. Batılı tavırlar, bu ölçüler içinde değerlendirildiğinde bütün gerçeğiyle onları anlamak ve bir yere oturtmak mümkün olacaktır. Laik dünya görüşü, amellerde yalnızca menfaat’i ölçü olarak almış olduğundan kendi içinde tutarlı olabilmek için, hayır(!) yaparken bile (müstakbel) menfaati gözeterek bunu yapar. Vergiden düşer, yönetime karşı şirin görünmenin istikbaldeki yararlarını hesab eder, toplum içinde, insanlar arasında beğeni kazanmanın bile menfaate çevrileceği hesabı içinde bulunur. Bu ölçüler dahilinde dünyada ve yakınınızda olup bitenlere baktığınızda olayları daha bir gerçeğine uygun olarak değerlendirdiğinizi göreceksiniz.

Marksizme göre amellerin ölçüsü ‘Maddenin olgunlaşmasını-tekamülünü’ sağlamaktır. İtaât de ancak bunu gerçekleştirdiği ölçüde marksist bütün içindeki kendi yerini doldurur. 

İslâm ise ortaya koyduğu dünya görüşü olarak Bir —Tek — Yaratıcı’nın varlığı, O’nun rızasını kazanmak üzere yol gösterici olarak gönderilen Resulullah (s.a.)’ı ve O’nun vahiy olarak O’ndan getirdiklerini kabul’ü belirlemiş ve bu esaslar üzerinde bütünü detaylarıyla keyfiyetlendirmiştir. Her şey yalnız O’na aittir. O’nun koyduğu ölçüler, O’nun koyduğu düzenlemeler, O’nun belirttiği iyiler ve kötüler, O’nu râzı edecek davranışlar ancak anlamlıdır, kıymet ifade ederler. Bu sebeble itaât de ancak ve öncelikle O’na olursa bir mana taşır ve iyi sonuç doğurur. O’nun dışındakilere itaâtin bir olumlu sonuç doğurması ancak O’na itaât edenlere itaât şeklinde tezahür edebilir. Burada «Allah’a itaât etmeyene itaât edilmez» hadisi konuya tersinden açıklık getirici ve yol gösterici olarak zikredilmelidir. «Allah’a ma’siyette (isyanda) kula itaât yoktur» şeklindeki rivâyet de aynı anlamın bir başka ifade ile vurgulanmasıdır.(1)

Allah’a itaât; O’na boyun eğme, O’nun hükmünü en üstün kabul etme, O’nun emrine ve yasaklarına isteyerek uyma (itaât), O’nun sözlerine kulak vermeye dayalı olarak O’nun Resulü’ne uyma, O’nun emrine uyan Ulu’l-Emr’e uyma (itaât) ve (böylece devam eden bir zinciri oluşturmaktadır ki halkalarının tümü baştaki halkaya, yani Allah’a itaâte bağlıdır. Keyfiyet itibariyle ancak böyle bir itaât manalıdır. Sevaba tahvil olunacak itaât ancak Allah’a itaât veya buna mebnî itaâtle elde edilebilir. 

İtaât silsilesinin böyle olması doğaldır. Allah’a isyan edenlerin de kendileri için taleb ettikleri itaâtte böylesi bir itaât zinciri vardır. İtaât bütün kıymetini, değerini yalnızca itaât edilecek en büyüğe itaât etmekten kazanmaktadır. İkinci, üçüncü derecede itaât edilenlere itaât, eğer bunlar en büyüğe itaât etmiyorlarsa manasız kalmaktadır. Görülen odur ki itaâtte itaât edilenler bir piramit görünümündedirler. İtaât edilecekler piramidinin en zirvesinde bulunan şâyet en büyük değilse, itaâtin olsa olsa yalnız onun nezdinde kıymeti olur. Kendisine itaât edilenin de üzerinde bulunan büyük ile kendisine itaât edilen arasında da bir itaât halkası yoksa bu takdirde gösterilen itaât boşta kalmış, sevaba tahvil olunamaz ve nihâi olarak yalnızca kendisine itaât edilen insanın beğenisini, takdirini kazandırır, Allah’ın değil. 

Bilinmelidir ki en büyük yalnız Allah’tır. İtaât edilenler piramidinin tepesinde (zirvesinde) eğer Allah bulunmuyorsa kim bulunursa bulunsun bu itaât piramidi isyanda —ma’siyette— itaât piramididir. Kimse de böyle bir itaâtten belki geçici ve dünyalık menfaatinin dışında bir menfaat —sevab— ummamalıdır. 

Nasıl ki bir devlet başkanı ve yöneticileri kendilerine itaâtten râzı olurlarsa, elbette Allah da kendisine itaât edilmesinden râzı olur. «Kendiniz gibi bir insana itaât ederseniz hüsrana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur»(23/34) âyeti söylemeye çalıştığımızın apaçık bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. 

«Allah’a itaât etmek,

Resulü’ne itaât etmek ve

Sizden olanlara (Allah’ın emirleriyle emredenlere) itaât etmek…» (4/59)

İtaâtte sırayı belirleyen âyetin baş kısmıdır. (Bizden) Sizden olan emir sahiplerine itaât, Allah’a itaâte atfen anlam kazanmaktadır. Resulullah (s.a.)’a itaât de kezâ Allah’a itaâte dayalı bulunması sebebiyle sevaba tahvil olmaktadır. Âyetin devamında ise «Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Resulü’ne döndürün (getirin). Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir» deniliyor. Bu hitab açıkça, Allah’a ve ahiret gününe imanı olanlara’dır. Eğer bir insan Allah’a ve ahiret gününe imanı olduğunu söylüyorsa, bir diğer ifade ile Müslümanım diyorsa kendisine vâcib olan, Allah’a, Resulü’ne ve (Allah’a ve Resulü’ne itaât eden) (bizden) müslümanlardan olan emir sahiplerine itaât etmektir. Emir sahipleri Allah’a itaât dairesini aşıyorlarsa ma’siyettedirler. Ma’siyette olana da itaât değil itaât etmemek vâcibtir. Resullerin ise Allah’a ma’siyet edeni olmamıştır. Resulullah Allah’a itaât etmekte bize örnek olarak da gösterilen bir peygamber olarak, kendisine itaât edilmesi (dini Onun öğrettiği gibi bilmek ve yaşamak) vâcib olmaktadır. Allah ise kimseye tâbi (itaât) olmak mevkiinde değildir. Ancak kendi iradesi ile hükmeder, itaât ister, diler ve olur. 

Ana-babaya itaât de kezâ onlar Allah’a itaât ediyorlarsa yerine getirilmesi gereken itaâttir. Şâyet ana-baba evlâdını «Allah’a ortak koşmak (ve buna bağlı olarak emrini dinlememek) için zorlarlarsa» bu takdirde «Onlara itaât etme (edilmez)buyurarak Allah, kime karşı nasıl tavır sahibi olunacağına açıklıklar getirmektedir.(2) 

İtaât edilmeyeceklerin vasıflarını belirleyen âyetlerde, insanları Allah’ın emrinden uzak tutanların işleri sayılmaktadır. Adam öldürmekten doğrudan yüz çevirmeye, saptırmaktan aşırı gitmeye, hevesine uymaktan Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimseye, inkârcılıktan çekişmeye, ihtilafları Allah’a ve Resulü’ne döndürmemekten tamahkârlığa ve daha nice İslâm dışı diye özetleyebileceğimiz bütün bu işleri işleyenlere itaât edilmeyeceği, edilirse edenlerin hüsrana uğrayacakları belirtilmektedir. 

Allah’a itaât esası üzerine kurulu itaâtlerden hayır umulur ancak. Bu keyfiyeti hâiz bulunmayan itaâtlerin insanı kötü bir akibetle karşı karşıya getireceği kesinlikle bilinmelidir. Müslümanlar, Allah’a itaât halinde bulunanlara itaât etmelidirler. Eğer kendilerine bir İslâmî doğru ulaştırılmış ise buna kulak vermek öncelikle Allah’a itaâttir. Bu iyi bilinmelidir. Başıbozukluktan, Allah râzı olmamaktadır. Disipline bir toplum, İslâm disiplini ile kendini bağlamış ise Allah’ın yardımı da bu toplum (cemaat) üzerindedir. 

İtaâtli olmak mücerret manada da olsa belirli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bir fikrin —doğru olsun, yanlış olsun— üzerinde birleşmek, tutunulan fikrin üzerinde teşekkül eden itaât piramidinin gereğince hareket etmek elle tutulur sonuçlar çıkarmaktadır. Bir diğer ifade ile, yanlışlar üzerindeki itaâtler bile dünyevi de olsa sonuçlar vermektedir. İtaâtin doğurduğu bu sonucun gerçek manasına kavuşması, gereği vechile sonuçlar irâs etmesi için üzerinde ittifak edilen şeyin doğru olması elbette erişilmez sonuçlara ulaştıracaktır insanı ve toplumu. Yani yanlışlar üzerindeki itaâtlerle alınan sonuçlar öylesine elle tutulur olduktan sonra, İslâm üzerindeki itaâtin de erişilmez sonuçlara götürmesi kaçınılmazdır. 

Gerçek bu olunca insanımızın İslâm üzerinde birleşmesi, İslâm dairesi içinde itaât sahibi bulunması —ki İslâm dışı olan şeylerde itaât etmeme de bu daire içinde mütâlea edilmelidir— onu ve mensubu bulunduğu toplumu mutlaka bulunduğu yerden alıp daha yukarılara çıkaracak, fert ve toplumu yüceltecektir. Kur’an’ın çizdiği çerçeve içinde, Müslümanım diyen herkesi itaât dairesi içinde olmaya ve alınacak dünyevî ve uhrevî iyi sonuçlara sahiplenmeye çağırıyoruz. 

Görülmüş ve görülmektedir ki Allah’tan başkasına itaât, insana bahtiyarlık vermemektedir. Allah’a ve Allah (rızası) için itaât hayat verici, sonuca götürücü, azîz edici bir itaâttir. 

Madem ki insanlar toplum halinde itaâtsiz yaşayamamaktadırlar, yani itaât ‘olmazsa olmaz’ cinsinden bir şeydir, bu takdirde sorun itaât edilecek varlığı tesbitte düğümlenmektedir. Kime ve ne için itaât edilecektir? Kim itaât edilmeye, boyun eğilmeye müstehaktır? İnsanların insanlara boyun eğmesi oldum olası insanlarca iyi karşılanmamış, toplum halinde yaşamayı zorlaştırmıştır. İtaâtsiz de bir arada yaşanılamamaktadır. Karşımıza tartışılmaz üstünlüğüyle itaât edilecek Varlık olarak Allah çıkmaktadır. Madem ki O, kainâtın sahibidir; madem ki O bizlerin ve her şeyin Yaratıcısıdır, o takdirde itaât edilmeye lâyık tek varlık da yalnızca O’dur. İnsan düşüncesinin tabii akışıyla sürüklenip vardığı yerdir burası. O’ndan daha büyük bulunmadığına, O’nun büyüklüğünün Kendisinden başkalarının büyüklüğüyle kıyası kâbil olmayan bir büyüklük olduğu da tartışılmaz şekilde ortada bulunduğuna göre, tek ve son itaât mercii O’dur. O’ndan başkasına itaât O’na itaâte mebnî olduğu takdirde kıymet arzedecektir. 

Günlük hayatımızda hep göregeldiğimiz gibi ihtilaflarımızda dayanak olarak itibar edilen kişilerin görüşlerine başvurarak «filân şöyle demişti» veya arabçasıyla «gâle filânün!» deyip durmaktayız. Muhatabımız da kezâ itibar ettiği bir başkasının sözüne başvurarak meramını ortaya getirmekte ve «gâle falânun…» demektedir. Görülmektedir ki «falân dedi, filân dedi»siz olmamaktadır. Çekişip durduğumuz konularda, tarifine ihtiyaç ve tarifinde ittifak gereği duyageldiğimiz konularda neden bütün «Gâle» sahiplerinden daha büyük ve yüce olduğunda ittifak ettiğimizi söyleyip durduğumuz Allah ve Resulü’ne başvurarak, Onların ne söylediklerine kulak vermiyoruz? Daha bâriz bir ifadeyle «Gâle Marx, Gâle Rousseau, Gâle Montesquieu…» demeden edilmiyorsa —ki öyle görünüyor— o takdirde biz de diyoruz ki: «Gâlellahu Teâlâ…» Allah’ın sözü (demesi) elbette ki, bütün söz sahiplerinin sözlerinden üstündür. Elbette ki O’nun Resulü’nün sözü Resul olmayanların sözlerinden üstündür ve tâbi olunacaksa Allah’a ve Resulü’ne tâbi olunmalı, itaât edilecekse Allah’a ve Resulü’ne itaât edilmelidir. Aklın, sağlıklı bir muhakeme ile varacağı yer burası değil midir? Akıl sahipleri için bir başka yol bilmiyoruz. Bilen varsa bildirmesini istiyoruz.

Dipnotlar

1) Buhari, C. 8, S. 348-349 (1239 ve 1240 numaralı hadisler); Müslim, C. 6, S. 31’den 39’a kadar (1834 numaralı hadisten 1840 numaralı hadise kadar) (Sofuoğlu tercümesi)

2) Ankebût 29/8, Lokman 31/15

(İktibas, sayı 71)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *