Fincancı Katırlarını Ürkütenler Beri Gelsin

Fincancı Katırlarını Ürkütenler Beri Gelsin

Söze Nasrettin hocaya atfedilen ve çoğumuzun da bildiği bir fıkrayla başlayayım. Şöyle ki: Nasreddin hoca merhum, bir gün mezarlığa dolaşmaya gitmiş. Orada gezerken mezara benzer bir çukur görüp içine ölü gibi yatmış. Sonra kendi kendine: “Bakalım sorgu melekleri gelecekler mi?” diye düşünmüş. Vakit bir hayli geçip gece olmasına rağmen hoca hâlâ yatıyormuş. Derken bir fincancı

Söze Nasrettin hocaya atfedilen ve çoğumuzun da bildiği bir fıkrayla başlayayım.
Şöyle ki:
Nasreddin hoca merhum, bir gün mezarlığa dolaşmaya gitmiş. Orada gezerken mezara benzer bir çukur görüp içine ölü gibi yatmış.
Sonra kendi kendine:
“Bakalım sorgu melekleri gelecekler mi?” diye düşünmüş.
Vakit bir hayli geçip gece olmasına rağmen hoca hâlâ yatıyormuş. Derken bir fincancı kervanı kabristanın yanındaki yoldan geçmeye başlamış.
“Hoca, şakır şukur giden bu şey de neymiş?” diye başını çukurdan çıkarıp bakınca katırlar aniden karşılarında bir şeyin belirmesi ile ürküp kaçışmaya başlamışlar. Tabii ki hayvanlar birbirlerine girmiş ve katırlardaki bütün fincanlar kırılmış.
Akabinde kervanın sahipleri hocayı yakalamışlar ve;
“Kimsin, in misin cin misin? Bu saatte burada ne işin var?” diyerek sıkıştırmaya başlamışlar.
Hoca:
“Ben ölüyüm, aman etmeyin eylemeyin!” dediyse de dinlemeyip, bir güzel bir dayak atmışlar.
Başı, gözü kan içinde kalan hoca eve gece geç vakit gelmiş. Karısı kapıyı açtığında şaşırarak;
“Hoca bu hâl ne?” diye sormuş.
Hoca:
“Öldüm, mezardan geliyorum. Başıma bu hâl ondan geldi.” demiş.
Hocanın hanımı da saf saf:
“Hocam öbür dünyada ne var, ne yok?” diye sorunca hoca şu cevabı vermiş:
“Fincancı katırlarını ürkütmezsen hiç bir şey yok!”

Durduk yerde niye bu fıkra?
Hem bunca gerginliğin arasında biraz tebessüm edelim, hem ders çıkaralım hem de eleştirel akla hürmeten eleştirel dil kullananların her daim başına gelenlere nazire olsun diye.
O zaman “Madem öyle uslu dur da ne azar işit ne de Hoca gibi bir güzel meydan dayağı ye! Aslında bu fıkradan bizatihi senin ders alman gerekmez mi? “denilebilir ama fakat lakin fıkralar sadece böyle anlaşılmaz ki; onlardan sıradan, basmakalıp kabuller çıkarılmaz ki.

Malum İslam düşünce geleneğinde olsun, sair kabuller bağlamında olsun tarih, eleştirel aklın sergilendiğine ve o akıl sahiplerinin öyle ya da böyle yöntemlerle ötekileştirildiğine dair örneklerle doludur. Nitekim muhalifliği isminde saklı Mutezile mezhebinin çıkış sebebi de bulunulan mecliste farklı bir düşüncenin irad edilmesinden başka bir şey değildi. Etkiye tepki ne kadar doğru tartışılır elbette ama bir düşünceye değil yaşama, ifade edilme hakkını dahi vermezseniz olacağı budur.

Bu bağlamda âcizane şöyle bir tavsiyede bulunabilirim: Size birileri tarafından, bir başka kişi ve düşünce sahipleri için ”Amman ha, dikkatli ol; okuma, düşüncelerini takip ve kabul etme!” gibi telkinde bulunurlarsa inadına davranın. Tabii ki aklınıza yani kendinize güveniyorsanız! Ve tabii ki meramınız ilahi rızayı kazanmak içinse. Niyet halis olunca Allah da yardım eder çünkü.

Mesela bazı tarihsel şahsiyet ve düşünceler niye sapık, fasık, uçmuş/kaçmış; falanca mezhepten, filanca düşüncedendir diye kategorizasyona tabi tutulup ilan ve hatta idam edilmişler; olmadı hapishanelerde işkenceye tabi tutulup sürüm sürüm süründürülmüş akabinde zehirlenerek öldürülmüşlerdir? Gerçekten bu suçlamalar ve tecziye etmeler haklı ve yerinde midir? Yoksa iktidar sahibi ve yandaşlarını düşünce ve eleştirileriyle rahatsız ettiklerinden; bu sebeple iktidarlarının ve kazandıklarının kaybedileceği korkusunu yaşadıklarından mıdır?
Tarihe, olaylara, kişi ve düşüncelerine ne kadar nesnel yani ne kadar önyargısız bakmayı başarabilirsek, doğruyu, hakikati yakalama şansımız da o oranda artacaktır.
Bu bağlamda soralım: Denildiği gibi tarih tekerrür ediyor mudur, etmiyorsa bu müflis, bu bulutlu ve parçalı durumumuzun sebebi nedir; ediyorsa birey ve toplum olarak düşün ve eylemlerimizdeki bugünkü karşılıkları nelerdir?

Tavsiyeleşme olmalı elbette, gerekirse kulak da verilmeli lakin işaret etmeye çalıştığım noktalardan hareketle gerekli olup olmadığının tespitini kendi iradeniz dahilinde yapmak koşuluyla. Aksi halde siz siz olmaz, bir çoban tarafından yönlendirilen, kavalından çıkan melodilerle(suflelerle veya vesveselerle) da terapisi yapılan sürünün bireyi olup çıkagelirsiniz.

Ben böyle şey bilmiyorum, duymadım, görmedim demesin hiç kimse!
Ama yaşadığı yer itibariyle ama İslami anlamda ortak kabulleri olması hasebiyle bu tür atraksiyonlarda bir şekilde vazife almaya çalışanların arasından, mevcut fikir ve ameliyeleri, gidişatı kendi usulünce eleştirmeye çalışanlar ve birlikte, bir arada bir şeyler yapılsın diye dert edinenler de herkes bilir ve kabul eder ki varlıkları sebebiyle bulundukları yerde rahatsızlık verirler.
Yani çoğunluğun bireyi tahakküm altına aldığı bu tür yapılarda az buçuk kafa kaldırıp, oralarda ne oluyor arkadaş diye bakınmaya çalışıldığında Nasreddin Hoca’nın başına gelenlerin ayniyle vaki olacağının garantisini vermek pekâlâ mümkündür; çünkü bizatihi tecrübe ediyor veya tecrübe edenlerle birlikte yaşıyor ve onlardan duyuyor yani öğreniyoruz.

Demem o ki sakın ha, hiç kimse cemaat ve liderine, dernek, vakıf veya partilerin kutsallarına eleştiri getirmesin. Ne yazıktır ki istenen, arzu edilen budur.
Sürünün bireyi olacak, cemaatinin ve liderinin peşine takılacak, akletmeyecek, düşünmeyecek yani sorgu sual etmeyecek, kavalını da dinleyip hayatını yaşayıp gideceksin.

Oysaki İslam düşünce geleneğinde kişi, kurum ve düşünceler asla kutsal, asla dokunulmaz değildir. Nasıl olsa böyledir, kutsal bellidir, gayrisine dokunulabilir ayağına laf olsun diye eleştirmek, sataşmak da olması gereken değildir fakat dikkat edilsin, İslam düşüncesinin sahihini dert edinenlerden ve bu yolda istikamet belirlemeye, gayr-i vahyi nizamlara tepki göstermeye çalışanlardan dem vuruyoruz.

Hem tecessüse yani insanların zaaflarının, günahlarının yani gizlerinin ortaya çıkarılmasına dayanmayan bir eleştiren bahsediyoruz. Böylesi bir eleştiri bel altı vurmaktan başka bir şey değildir. Rivayetin doğruluğu muhtemeldir; ikinci Halife Ömer’in, başka bir sahabenin evini gözetleyip, içeri girmesiyle beraber gelişen tartışmadan çıkarılan ders, tecessüsün yasaklanmış bir ameliye olduğudur.
Bu tespiti yaptıktan sonra, sadece ve sadece ortalık yerde ifade edilen düşüncelere; yine salt düşünce merkezli olmak üzere yapılan eleştirilerden niye korkulur, niye rahatsız olunur, birileri bunu mutlaka ve mutlaka izah etmek durumundadır.
Eleştirilerde gerçekten haklılık payı var mıdır, varsa ne yapılmalıdır diye düşünülmesi; cemaat, lider ve bireyleri olarak da behemehâl gereği yapılması lazım değil midir?

Mesela, herkesin bildiği üzre yine Hz. Ömer “Eleştirmezseniz sizde, eleştirinin gereğini yapmazsam da bende hayır yoktur!” diye niye söylemiştir? Bir kadın sahabe Halife Ömer’in hutbesi sırasında eleştiri hakkını kullanmasaydı kadınların müktesep haklarına el konulmuş olunmayacak mıydı?
Hem bu tür rivayetler niye gözümüze gözümüze sokulur ki?
(Bir camide, bir namaz, bir hutbe sırasında, vazgeçtik bir kadından, herhangi bir erkek kalkacak okunan hutbe ve içeriğine itiraz edecek, mümkün mü? Şimdilik değil.)

Hal böyleyken, her vasatta Peygamber başta olmak üzere sahabeler niye örnek alınsın diye konuşulur? En önemlisi Şura süresinde ifade buyrulan “onların işleri istişare iledir” emri-i ilahisi niye dile getirilmiştir? Eleştiriye tahammül edilemeyen ortamlarda, tıpkıbasım yani birbirinin aynısı düşünen insanlarla bir araya gelmek, konuşmak ne zamandır istişare kabul edilir oldu?
“Ben neymişim be abi!” dercesine lider moduna girmişlerle birlikte üç beş kişinin verdiği kararları kalabalıklara onaylatmak bir teati, bir anlaşma örneği midir?
Dayanışma, meşveret denilince akla, adeta bir torna tezgâhından geçmiş, aynı programlar yüklenmiş insanların bir aradalığı mı geliyor?
Cemaat ve liderine ve dahi bireylerine ait düşünceler asla eleştirilemez midir?
İslam Peygamberine bile, kendi akıl ve müktesebatları gereğince eleştiri getirenlerin yazıldığı tarih bize niye okutuldu? (Tüh! Yine bir dünya soru!)
Bilenler daha onlarcasını ilave etsinler, var çünkü.

Yani dostlar…
Eleştiri denilince akla, asla haksızlık yapmak ve nankörlük gelmemelidir.
Eleştiri eşyanın hakkını verme çabasıdır ve ama kişisel ama istişari anlamda eleştirel aklın ürünüdür.
Eleştirel aklın gereği olan tefakkuh, tezekkür, tedebbür, akletmek, düşünmek gibi daha bir dolu kavramlar da sadece ve sadece cemaat ve liderlerinin anlam dünyalarının malı değillerdir.
Düşünce konformizmine kapılanların yani düşüncelerini dar sokak veya mahallelere sıkıştırarak dinleştirenlerin ve kendilerine rağmen olanlara mahalle baskısı uygulayanların bu ifadeleri anlaması da asla ve asla mümkün görünmemektedir.

Ne demişti Nasreddin Hoca?
“Fincancı katırlarını ürkütmezsen ahrette hiçbir şey yok!”
Madem öyle şimdi…
Fincan ve katırlar bugün birebir neyi temsil ediyorlar?
Keza Nasreddin Hoca ve kervan sahipleri de bugün birebir kimlerin kopyasıdırlar?
Hadi düşünelim beraberce.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *