Bir’leşmek

Bir’leşmek

Biz Müslümanlar önce neyin üzerinde birleşeceğimizi belirlemeliyiz. Hemen herkesin söyleyip kabullendiği Kitab ve Sünnet üzerinde birleşmek nazari olarak reddi mümkün olmayan bir gerçektir. Lâkin nedir bu Kitab ve nedir o Sünnet ki onu esas aldığını söyleyenlerin her biri bir fırka halindedir.

Ercümend Özkan

Birleşmek: Beraber olmak, birlikte bulunmak, birlikte hareket etmek, birlikte düşünmek velhâsıl bilgide, düşüncede ve tavırda beraberliği ihtiva etmektir. Arabçası tefrikanın (ayrılığın) tam tersi manadadır. Tefrika içinde bulunmak ne kadar sakınılması gereken şey olarak ta’lim olunuyorsa, birleşmek, beraber olmak da o kadar teşvik edilen, Allah’ın rahmetinin üzerinde bulunduğu hâl olarak tavsif olunur. Birleşmek ve tefrika halinde bulunmak siyahla beyaz gibi, haram ile farz gibi gerek mahiyeti, gerekse doğurduğu ve doğuracağı sonuçları itibariyle birbirinin gerçekten tam tersi anlamları ve konumu taşımaktadır. 

Kur’an’da Allah-u Teâlâ mütemadiyen insanlara ‘fırka fırka olmayın’, ‘tefrikaya düşmeyin’, ‘parçalanmayın’ ve benzeri hitablarda bulunmaktadır. Tefrikaya düşenlerin halinin kötü bir hâl olduğunu ve sonucu itibariyle de kötü bir sonun onları beklediğini defaatle vurgulamaktadır. Tefrika muhtelif âyetlerde açıklanmaktadır. 

Tefrika (ayrılık) doğrularda hilafa düşmek, açık gerçekler üzerinde bilerek ya da bilmeyerek ihtilaf çıkarmak ve sahiplenilen yanlışı doğru sanarak onunla avunmak manasındadır. Ki beraber olmanın tersi olarak tanımlanmaktadır. 

Tefrika kaçınılması istenilen hâl, birleşmek de gerçekleştirilmesi taleb olunan hâl olarak tavsif edildiğine göre, birleşmek nasıl ve ne üzerinde olacaktır ki bu gerçekleştirilerek tefrikadan da uzak kalınmış olsun. 

Üzerinde çokça durulan ve gerçekleştirilmesi gerektiği inancı taşınılan bir’leşmek nedir, neyin üzerinde birleşmek gerekir, birleşmek nasıl gerçekleşir ve gerçekleştirilir? Bu soruların cevapları üzerinde durmaya çalışalım. 

Soyut anlamda birleşmek bilgi beraberliği içinde bulunmak, yani müşterek bilgi sahibi olmak, müşterek bilgileri, müşterek kavramlar (mefhumlar)(1) haline dönüştürmek, muhakeme biçiminde beraberlik sağlamak ve sonuç olarak da tavır beraberliği içinde bulunmak demektir. Bir’leşmek her şeyden önce ciddi olmayı gerektirir. Disiplinli olmayı gerektirir. Bir bilgi disiplinini, ciddi olarak kavramayı gerektirir. Ciddi olmayı gerektirir derken kasdımız gerçekten, içtenlikle birleşmeyi istemek ve istenilen şeyin gereğine uygun hareket etmeyi gerektirir demek istiyoruz. Bir bilgi disiplinini ciddi olarak kavramayı gerektirir derken de amacımız sistematize edilmiş, önem sırasına konulmuş yeterli —fazla değil— bilgiyi kendi içindeki disipline uygun olarak öğrenmeyi, kavramayı, tavır haline dönüştürmeyi gerektirir demek istiyoruz. 

Hiç hatırdan çıkarılmamalıdır ki her birlik, her türlü tefrikadan birçok üstünlüğe sahiptir. Bâtıl üzerinde birleşme bile birleşenler ve üzerinde birleşilen şey açısından başarıya götürücüdür. Yanlışlar üzerindeki birleşmenin bile insanlara başarı kazandırdığı gerçeği gözden uzak bulundurulmazsa, birleşmenin doğrular üzerinde olması hâlinin insanı, üzerinde birleşenleri ne denli başarılı kılacağı münakaşa götürmez, tartışılmaz bir vakıa olarak karşımıza çıkacaktır. Küçük büyük her başarı, bâtıl ya da hak üzerinde olsun mutlaka bir’leşmenin ürünüdür demek sünnetullah’ın izâhı sadedinde anlaşılmalıdır. Fransız ihtilali, Proleter ihtilali, Mao’nun uzun yürüyüşü sonucu Çin Devrimi hep birleşme ürünü olduğu gibi Resulullah’ın (s.a.) tek kişiden devlete giden yolda getirdiği dine inananlarla birleşmesinin ürünü olarak da Medine İslâm Devleti doğduğu vakıası gözler önündedir. Anadolu’daki beyliklerin birleşip devlet olmasıyla üç kıt’aya hakimiyet sağlandığı, Akdeniz’in bir iç deniz haline getirildiği de bilinen ve unutulmaması gereken gerçeklerdendir. 

İran’daki Müslümanların Kelime-i Tevhid üzerinde birleşmesinden sonra ‘Tevhid-i Kelime’(Söz Birliği)de ittifak edişleri onları bugünkü başarılı yerlerine getirmiş değil midir? Sonuçları büyük olmayan veya daha küçük çaplı başarıların da her alanda temelinde birleşme yatmaktadır. Başarılar, mutlaka birleşme temeli üzerinde yükselirler demek, eşyanın tabiâtını söylemek şeklinde anlaşılmalıdır. 

Biz Müslümanlar önce neyin üzerinde birleşeceğimizi belirlemeliyiz. Hemen herkesin söyleyip kabullendiği Kitab ve Sünnet üzerinde birleşmek nazari olarak reddi mümkün olmayan bir gerçektir. Lâkin nedir bu Kitab ve nedir o Sünnet ki onu esas aldığını söyleyenlerin her biri bir fırka halindedir. Bu takdirde Kitab’ın neye delâlet ettiği ve Sünnet-i Resulullah (s.a.)’ın (Allah’ın Kitab’ını nasıl anlayıp uyguladığı) ne olduğu konusunda bilgi, düşünce ve eylem beraberliği bulunmuyor demektir. 

Delâlet-i Kat’î nasslarda, bunların anlamlarında ihtilaf bulunmasa da, delâlet-i zannî nassların birbirinden farklı anlayışlara açık olması demek bu nasslara göre hareket zorunluluğunda bulunanların tefrikaya düşmesi, fırka fırka olmasını gerektirecek kadar mıdır? Bu olamaz zira Allah açıkça fırka fırka olmayı kınamaktadır.(30/32) Günümüzde çokça kullanılan ‘Asgarî Müşterekler’ deyimi müslümanlık için müslümanlar bakımından söz konusu değil midir ki müslümanların asgari müşterekleri dahi yokmuşçasına bir durumda oldukları gözlenmektedir. Kanaatımıza göre Allah’a ve O’na bağlı olarak inanılması gereken şeylere (itikadın kapsamındaki şeyler) inanılması, haramların haram bilinmesi ve farzların da farz bilinmesi müslümanların asgari müşterekleri olması gereğine işaret eden gerçeklerdir. 

İtikadî ve amelî olarak bilgi ve düşünce beraberliği ‘olmazsa olmaz’ cinsinden şeylerle sağlanır. Allah’a, O’nun istediği gibi inanmamakla olmayacağı gibi Resulullah (s.a.)’ın sünnetullah’ın gereği tavırlarına uyulmadan da olmaz. Namazı Peygamberden öğrenmekliğimiz gerekir de neden siyasi tavırlarımızı Resulullah’tan öğrenmemiz gerekmez! Aile fertleriyle hukukumuzu Kur’an ve Resulullah’ın Sünnetinden öğrenmemiz gerekir de neden mevcut otorite ile ilişkilerimizi belirlemeyi Ondan öğrenmemiz gerekmez? Olabilir mi böyle davranmak, İslâmca düşünmek ve amel etmekle kabil-i te’lif midir? Kanaatımız odur ki kesinlikle mümkün değildir. Zira Peygamberimiz İslâm’ı kabul edenlere bir bütün olarak hayatı İslâmca nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmeye gönderilmiştir. Bu bütünün içinde neye, nasıl inanacağımızdan, neyin yenilip yenilmeyeceğine, insanlarla aramızdaki hukuka, fert veya devlet olarak müslim-gayrı müslim komşularımızla hukukumuza, devlet düzenine, bu düzenin nasıl işleyeceğine, itaât kavramına, bozuklukların hangi şartlarda nasıl düzeltileceğine, düzgünlüğün nasıl sürdürüleceğine, yıkılmaktan nasıl korunacağımıza, toplumun bozulup yok olduğunda ona yeniden nasıl kavuşulacağına kadar her şeyin esasları vardır. Kıyamete kadar insanların bütün müşkillerinin çarelerinin bulunduğu bir dinde bunların bulunmaması garib olurdu zaten. 

İslâm, Kur’an’la ve Muhammed (s.a.)’ın uygulamasını gösterdiği biçimiyle kavranılmaya çalışılmalıdır. Bütün, ayrılmaz rükünleriyle bilinmediği, haram ve farz mesafesindeki esasları eksiksiz ve kendine ait sıra ile kavranmadığı ve uygulamaya konulmadığı takdirde ne dünyada ne de ahirette bir sonuca ulaşabilmek kabil değildir. Eşya ve olaylar tabiâtlarına uygun olarak tanınmalı, Kitab ve Kur’anî nasslar taşıdıkları delâlet itibariyle eşya ve olaylara intibak ettirilmelidir ki elle tutulur, ciddiye alınacak sonuçlara ulaşmak mümkün olsun. 

Pek kısa ve özetle, Resulullah Kur’an’ı nasıl anlamış ve uygulamıştır? O, bir destan ya da iç geçirilerek okunan bir acıklı hikâye gibi değil, hayata uygulanacak, her birimizin yaşamının esas ve fürûunu belirleyen kaideler olarak algılanmalıdır. Bilgilerimiz yeniden gözden geçirilmeli, yanlışları düzeltilmeli, atlanılanlar ait oldukları yerlere yerleştirilmeli, fazla ve gereksiz, esassız bilgilerden arındırılmalı ve İslâm esprisini kavrayarak hareket etmeliyiz. Müslümanım diyenler namazın nasıl kılınacağını, orucun nasıl tutulacağını Ondan öğrenmek ve Onun yaptığı gibi yapmanın gereğine inandığı kadar, siyasi tavırlarının da nasıl olacağını Ondan öğrenme ve Onun yaptığı gibi yapma gereği duymadıkça gereği gibi iman etmiş olmazlar. Zira Resulullah bize yalnız namazı ve orucu öğretmek için gönderilmiş bir Peygamber değildir. O, hayatı bütünüyle nasıl İslâmca yaşayabileceğimizi öğretmek üzere gönderilmiş bir Peygamberdir ve getirdiği din (İslâm) tamamlanmış bir dindir. 

Müslümanlar olarak önce bu anlayış ve kavrayışta birleşmemiz, daha ileri düzeydeki birleşmelerin temelini oluşturacaktır. Kim ki bize Resulullah yalnız orucun, namazın resulü idi, hayatımızı tümü ile düzenlemeye gönderilmiş değildi diyebiliyorsa delilini de getirmelidir. Getiremediği sürece ve Müslümanım dediği müddetçe yukarıda söylediklerimizde birleşmek kendisi için vâcib olmaktadır. Prensiplerde birleşerek, bu prensiplere bağlı füru’da birleşilebilir. Başka türlüsü mümkün değildir. 

«Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak Müslüman olarak can verin, toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın…» (3/102-103)

Dipnot

1) Tavır haline dönüşen bilgiler.

(İktibas, sayı 69)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *