Bilim ve Teknolojiye Farklı Bakabilmek

İnsanlık için, insanlığın yararı için ve hayatı kolaylaştırmak için ortada olan bilim, insanlık ile olan yarışında, yoğun bir performans göstererek insanı görece bir şekilde geçmiştir.

Daima değişen ve her sabit doğru dediğini yakın bir dönemde muğlaklığa, göreceliliğe iten bilim hakikat midir?

Ne ile denendiği ve hakikati nasıl tespit ettiği net olmayan bilim, bugünün dünyasında her şeyi kayıt altına almakta, verileri depolamakta ve bu kayıtlar ve veriler ışığında ilerlediğini iddia etmektedir. Bilginin depolanması ve ulaşımının kolaylaşması, bilginin insana bir tuş kadar uzakta olması, bilginin sınırlar ötesinde özgürce(!) ve izin almaya gerek duymadan kullanılabilmesi insanlığın çok ilerlediği anlamına mı gelmektedir? Bu ilerlemenin çokluğu veya azlığı kaydedilebilir bir nitelik midir?

Açıktır ki bugün bilginin, yakalanabilmesi zor bir hızla, sınırları, coğrafyaları aşarak her yere ulaşabilmesi gerçek bir özgürlük gibi gözükmektedir. Ancak bu özgürlüğün altında kalan ve ezilen insan, teknolojik olarak bir tahakkümle, kaos ve facia olarak tanımlanabilecek bir vasıfta yok oluşa doğru sürüklendiğinin farkına varamamaktadır.

İnsanlık için, insanlığın yararı için ve hayatı kolaylaştırmak için ortada olan bilim, insanlık ile olan yarışında, yoğun bir performans göstererek insanı görece bir şekilde geçmiştir. Tutarlılık kriteri olmaksızın hakikate ulaşma, hayatı keşfetme ve fayda peşinde koşma şeklinde kendini tanımlarken, ulaşmayı hedeflediği hakikati ıskalamış, fıtratı bir kenara bırakmıştır. Bilimin günümüzdeki en somut göstergesi olan teknoloji ise bu tanımlamalara işlev katmakta ve hakikate karşı kör kalınması için renkli dünyalar sunmaktadır. Bu yazının amacı bilim ve teknolojiye karşı olmak, kötülemek ve aşağılamak değil, aksine bunların kullanım şekli, kullanırken dönüştürmesi ve bu dönüşümden kimsenin rahatsız olmaması, yani yapılanların farkında olarak ortaya koyulan bilinçli bir tepkidir.

Yaşanan dönemde, yoğun bir şekilde ortaya çıkarılan, fıtratı es geçen “sürüleştirme”, “yığınlara dönüştürme” işlemleri, bilim ve teknolojiyle yapılmaktadır. İnsanlara değişik yollarla kabullendirilen “bilim” ve cıvıltılı tarzıyla “teknoloji”; Firavun’u, Ebu Cehil’i, Nemrut’u ve diğer tanrılık iddiasında bulunanları doğrulama, meşrulaştırma, insanı kendisinin tanrısı olduğuna inandırma, Allah’ı hayatın dışına iterek sorumluluktan kurtulma üzerine kurulmuştur. İnsanları büyüleyen bu iddia; insanı kandıran şeytanın düşüncesinden, Firavun’un büyücülerinin büyülerinden, Nuh’un gemisiyle dalga geçip akıl yürütenlerden, Yusuf’u karalayan, iftiraya maruz bırakan anlayıştan, İbrahim’i ateşe atan vahşetten farklı değildir.

Hakikatin peşinde koşan(!) bilimin asli hüviyeti: Allah’a savaş açmış insanlıktır…

Hayatı kolaylaştıran teknoloji ve bilimin, ideolojik endişelerle girift bir ilişkide olması, modern hayatın sadece hızla tüketilebilir olarak tasarlanması, insanların düşünme temellerinden uzaklaşması/uzaklaştırılması, sapkınlıkların doruklarına tırmanması, araçlar ve amaçların tek bir hedefe yönlenmesi demektir ki, bu hedef, Allah’ı dikkate almamak, fıtrat ve sorumluluktan kaçmaktır.

Bugün sayısal analiz ve araçların hakimiyeti, insanın düşünsel ve analojik faaliyetlerini-yaklaşımlarını giderek ortadan kaldırmaktadır. “Akletme”, “düşünme” ve hayattan-vahiyden “öğüt alma”nın önüne geçen sayısal teknoloji kendisini, farklı ifadelerle de olsa, Firavun yerine koymaktadır. Fakat asıl acı olan, bu ilahlaşmış bilim mantığının kendini hüküm-karar verici konumda görmesinden kimsenin özelde de Müslümanların sıkıntı ve endişe duymamasıdır.

Hakikati bulmak, hakikate erişmek ve hakikati yaşamak düşüncesi yerini, prodüktif, etkin, etkili, propagandist bir ideolojik yaklaşıma bırakmıştır ki bu yaklaşım hakikat yerine var olanı ortaya koyup, onu meşrulaştırmanın yollarını aramaktadır. Var olanı doğru veri kabul ederek çıkılan yolda hakikatle var olan arasında bir karşılaştırma yapılmamakta, böylece gerçeğe sırt dönülmektedir.

Prodüktif mantığa sahip bilim, fıtratı ve hakikati yok saydığından, hem kendisinin hem de insanlığın çöküşüne, düşünsel, pratik ve ahlaki olarak yozlaşmasına yol açmaktadır. Hayatı yaşamada bir kırılma noktası oluşturmakta ve insan ile hakikat arasına engel koymaktadır. Kullanılan teknoloji harikası aletler ve yoğun propaganda-reklam, oluşması gereken panik ve endişe dalgasını gözlerden kaçırmakta; teknoloji ve bilimin başarılarını, “yapabilme” becerilerinin mükemmelliğinden bahsederek insanlığın gözüne perde çekmektedir. Günümüzün bilim anlayışı, akıl almaz bir hızla ilerleyen teknolojinin aşırılığının altında ezilen ve yok olmaya yüz tutmuş insanlığı ilerleme ve mutlu bir gelecek vaadiyle kandırmaktadır.

Hakikati bulmak için geçmesi gereken zaman ve bu zaman içerisindeki sabır, “bilim” vasıtasıyla ortadan kaldırılarak, insanlığın genelleştirilmiş bir sanal hayata doğru kaymasına çalışılmaktadır. Hakikat yerine ikame edilmeye çalışılan bu sanal hayat ve pragmatik yapı her haliyle insanlığa gereksiz yükler yüklemekte ve aşırılığa itmektedir.

Evet gerçek şu ki, asıl sorun bilim ve teknolojide değil, bunları üreten ve kullanan insanın içinde tuttuğu vahşi ideolojidedir…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *