Ayşe Böhürler, Ercümend Özkan’ı hatırlattı

Yeni Şafak’ta yazılarını sürdüren Ayşe Böhürler, Ercümend Özkan’ı ve İktibas’ın geçmiş sayılarını hatırlattı…

Ercümend Özkan’ın 1981 yılının Ocak ayında yayınına başladığı ve Türkiyeli müslümanlar için büyük bir açığı kapatmak üzere o günün gündemini derlediği İktibas dergisi bugün Ayşe Böhürler’in yazısına konu oldu. Böhürler İktibas’ın alıntıladığı haberlerle bugün söylenenleri karşılaştırdı. İşte Ayşe Böhürler’in o yazısı:

1987’de biz ve Ortadoğu notları…

İktibas dergisini bilen bilir. Rahmetli Ercümend Özkan’ın çıkarttığı, İslam dünyasına ilişkin haber ve yorumların derlendiği bir dergiydi.

Darbe sonrası, 1987’li yıllar… Özal dönemi, İran-Irak ile savaşıyor. Musul için hamle yapmışız, Adnan Kahveci, Örsan Öymen, Uğur Mumcu hayatta. Humeyni hasta söylentileri olsa da hayatta. Gazeteler İran devrimi Türkiye’ye ihraç edilecek paronayası üzerinden İslamcılara hücumda. Kürt meselesi yükselişte. Barzani’ye gazeteler molla diyor, Saddam ABD tarafından İran’a karşı destekleniyor… Cağaloğlundaki İran Konsolosluğu’nun duvarları Saddam’ın kullandığı kimyasal silahlar sonucu yaralanan ve ölenlerin resimleri ile dolu. (hiç bir gazete o dönemde bu resimlere yer vermiyor). Lübnan’da iç savaş sürüyor, İsrail işgali var… Suriye Lübnan’a yeni yeni giriyor… Zaman gazetesi yeni yayına başlamış. İnternet yok, gazetelerde kes-yapıştır mizanpaj dönemi bitmemiş… Ruşen Çakır henüz “Ayet ve Slogan’ kitabını yazmamış. Başörtüsü yasakları eylemleri yeni yeni yapılıyor. Sloganlar karışık. Cemaleddin Kaplan taraftarları “Başörtüsü namusumuzdur” pankartları açıyor, bizim gibi bağımsızlar insan haklarından söz ediyor… Nokta dergisi İslamcılara yeni yeni ilgi duyuyor… Dergi çıkarmak kutlu bir iş, kendi gazetelerimizi çıkarmak ise hayal. Ortalık “ah bir dergi gazete çıkaracak paramız olsa” diyen İslamcılardan geçilmiyor. Bu kısıtlı imkânlarda biz de ağırlıklı saman kâğıda basılmış dergileri okuyarak rejime muhalif ne varsa onu takipteyiz. Vel Asr okuyarak toplantılara başlayıp Vel Asr okuyarak dağılıyoruz…

Arşivlerimi düzenlerken bu dönemin dergilerini buldum. Tozlanmış, sayfalar yırtılmaya yüz tutmuş. Ancak içindeki konulara bir göz atınca hem değişenleri hem de değişmeyenleri gördüm…

Şubat 1987… Şeyh Muhamed El Gazali’nin bir yazısı: “Müslümanlar ulusçuluk yüzünden cahiliyeyi aşamıyorlar… Arap olsun başka bir ulus olsun ulusçuluk Allah’ın dininde merduttur. Sadece İslamla uluslararası bir varlığa sahibiz, başka bir şeyle bilinmek, başka bir şeyle teberrük etmek istersek Allah bizi daha zelil kılar.” İktibas Nisan 1987/S 20

…AET komisyonu Akdeniz İşleri sorumlusu Cheysson: “Aşırı dincilere karşı en iyi silah ılımlı din politikası” / 27 Şubat 1987 Güneş Gazetesi

…10 Mart 1987 Zaman/ Fehmi Koru’nun Cengiz Çandar ile yaptığı bir röportaj dikkatimi çekti. O dönemde medyada asker hakim. Çok az gazeteci devletin İran konusundaki tezlerinin aksine konuşabiliyor. Bu nedenle bu röportaj oldukça önemli.

Yine Ortadoğu sınırlarının değişimi söz konusu… Ancak Çandar iki süper güç anlaşmadan bunun olamayacağını söylüyor. Bugünden baktığımda bile Çandar’ın çok isabetli bulduğum fikirleri ise şöyle:

“Başkalarının kışkırtmasına ve teşviklerine kapılıp komşularla ilişkileri bozacak sonu iyi olmayacak planlar yapılmamalı… Türkiye’nin Kerkük ve Musul bölgesini işgal senaryosu, Türkiye –İran ilişkilerini bozuyor. Medya İran’a karşı düşmanlık uyandıracak ve bunu besleyecek haberler yapıyor. Türkiye’nin Kerkük ve Musul’a yönelmesi Türkiye’nin mevcut sınırlarının aynı gerekçelerle sorgulanmasını beraberinde getirir. Bu ilginin faturası bize ağır biçimde çıkar.

İran-Irak savaşının sonucu Irak parçalanacak, Türkiye’de bundan pay alacak diyen fütuhatçı bir zihniyet var… İki süper güç anlaşmadan bölgede bir Kürt devleti kurulamaz… Türkiye- İran ilişkilerinin kopma noktasına gelmesinde iki ülkenin de kendilerini büyüklük kompleksinden kurtaramamasının etkisi var…

İki ülke omuz omuza durmalı. Birisi Osmanlı hanedanının diğeri Safevi Kaçar hanedanının mirasçısı… Her iki ülkenin toplam nüfusu 100 milyarı geçer, toplam yüzölçümleri neredeyse Avrupa kıtasına yaklaşıyor… Bu iki ülkenin farklılıklarına rağmen aynı safta olmaları, birbirlerini kollamaları gerekir. Bu ilişkiyi torpillediğiniz zaman iki ülkenin dünya sahnesinde oynayacak rolü oynama şansları azalır… 400 yıldır değişmeden sınırları olan, birbirinden toprak talebi olmayan iki ülke dünyada tek örnektir… Türk aydınları coğrafya ve tarih perspektifini akıllarından çıkararak Türkiye’ye rol biçemezler. ”

Cemaleddin Kaplan ismi o günlerde çok popülerdi.

Bir dönem irtica kampanyalarının en önemli malzemesi olan Kaplan’a İran modelini benimsediği gerekçesi ile kendisine Yerli Humeyni deniyor.

İktibas’ın bu sayısında Örsan Öymen’in ve Uğur Mumcu’nun Cemaleddin Kaplan ile yaptığı bir röportaj da var.

Cemaleddin Kaplan 12 Eylül sonrası Evren’in partileri kapatmasının cemaatlere katkı sağladığını söylemiş… Hoca aslında orduya ve devlete karşı değil ama Türkiye’deki rejimi o günlerde baskıcı buluyor ve eleştiriyor. “Avrupa’da hürriyetin olduğunu biliyordum oraya gittim.” diyor.

Dergilerin arasında toz içinde kaldım. Kâh gülümsedim kâh hayret ettim. İnsanoğlu nisyan ile maluldür derken kendimi “az gittik uz gittik dere tepe düz gittik…” tekerlemesini mırıldanırken buldum.

Bu kadar yakın ama bu kadar unutulmuş bir tarih…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *